1700’lerden sonra dini, bilimi, sanatı, felsefeyi, düşünceyi, üretimi, dünyayı, kitapları, okulu doğru analiz edemez olduk.
“Denize düşen yılana sarılır” sözünde olduğu gibi bataklıktan çıkabilmek için o devirde baskın kültür olan Fransa ekolünün peşine düştük.
Fransızlar gibi konuşursak, yazarsak, okursak, dinlersek, yersek, içersek ilerleriz dedik.
Bu ülkeye öğrenciler yolladık. Fransızca eğitim yapılan birçok okul açtık.
Ancak bu yordamlar bizi üst seviyeye taşımaya yetmedi.
Osmanlı Saray çevresi lüksten, israftan, şatafattan, debdebeden, gösterişten, hurafelerden vaz geçemedi.
Ürettiğinden çok tüketen, bilimdeki ilerlemeyi idrak edemeyen imparatorluk borçlarını büyütmeyi sürdürdü.
Yaşanan süreçte Fransız emperyalizmi, soygunculuğu bizi daha da çukura itti.
1900’lere gelindiğinde bu kez askeri, siyasal, ekonomik, tarımsal vizyon pencerelerinde Almanya’nın pusula olmasını istedik.
Alman komutanlarını ordumuzun içine dahil ettik. Onların ittirmesiyle 1. Dünya Savaşına dahil olduk. Çanakkale’de emperyalizm çeyrek milyon eğitimli insanımızı elimizden aldı. Sarıkamış dağlarında da 90 bin vatan evladını kaybettik.
Almanların bizimle dost olmak gibi bir ilkesi yoktu. Onların derdi sömürmek, dünyada daha çok egemenlik kurmak, petrole, ham maddelere ucuza ulaşmak idi.
1930’lardan sonra İngiliz kültürü, siyaseti, anlayışı, dili, perspektifi, teknolojisi, vizyonu, akademisi burada etkin olmaya başladı.
Dünyanın neresinde bir kargaşa, domuzluk, tuzak, soykırım, cellatlık, fesatlık, soygun, tefecilik, bankerlik, virüs, hastalık, sığlaştırma, dini kullanarak yıkma varsa işin bir köşesinde mutlaka İngiliz parmağı vardır.
İkinci Dünya Savaşından sonra liderliğe; bilime, silaha, teknolojiye, medyaya, kültüre İngiliz soyunun devamı olan ABD hakim olmaya başladı.
Batı Blokunun ağası ABD NATO’yu kurdu. Bu yapıyı dünyayı ele geçirmek için çokça kullandı.
Bugün dünyanın 160 ülkesinde ABD tesisi, üssü, askeri, medyası, bankası, şirketi, sineması, okulu, ilacı, tohumu, STK’sı, tarikati, cemaati, kuklası, ajanı, devşirmesi, fedaisi, örgütü, locası, derneği, düşünce kuruluşu, masonu, Lions’u, Rotaract’ı, paşası, siyasetçisi vb. var.
Türkiye de 1945’ten sonra ABD şemsiyesinin altında olmayı tercih etti.
Ağaların, dayıların, ekabirlerin, medyanın, oligarşinin, komprador burjuvazinin, montaj sanayicilerinin, eğitimin, tarımın, ilacın, sağlığın bir ayağı hep Amerika’ya konumlandı.
İslamcı, Müslüman, tarikatçi ya da cemaatçi olduğunu gözümüze sokan birçok kukla, sahtekar, soyguncu, asalak, terörist, ajan postu haydut devletin topraklarına serdi.
Şu anda 20 kadar din baronunun, düzenbazının, CIA köpeğinin, sığırlaştırıcının ABD vatandaşı olduğunu ya da sürekli orada yaşadığını görmekteyiz.
Bir ülkenin kul, köle, devşirme, erime, mongollaşma, sığırlaşma, bıngıllaşma, çomarlaşma, zağarlaşma, hödükleşme, cahilleşme çevrimi kısa sürede olmaz.
Aptallık virüs gibidir. Yüzde 1’den başlar, 50-100 yılda yüzde 90’lara ulaşarak köleleşmeye dönüşür.
Köleleşmenin güçlendiği toplumlarda bilim, eğitim, aydınlanma, felsefe, hukuk, akademi, ordu, sanayi, üretim, milli değerler hakir, aşağı, yavan, gereksiz görülür.
Beyni işlemez hale gelen yığınlar hurafelere, masallara, destanlara, efsanelere, uydurmalara daha çok inanır.
Özellikle 1980 ABD darbesinden sonra dünyadan, bilimden, patentten, tasarımdan, tarımdan, katma değeri yüksek sanayiden koptuk.
Şu anki örüntüde akıl ile hareket eden kitle yüzde 10 civarında olup etkili/yönlendirici olmaktan çıkmıştır.
Kara, kuru cehalet her yeri sarmış vaziyettedir. İdrak yolları da kapatılmıştır.
Ali Özdemir
(Eğitimci/Yazar)