Bu dünyada yarım asrı devirdim. 10 yaşımdan beri elektrik-elektronik işiyle ilgiliyim. Aradan geçen 45 yılda binlerce eve bakım, onarım ve cihaz kurulumu için girdim. Çok fakir evler gördüğüm gibi çok lüks evler de gördüm. Hepsinde ortak bir yön vardı: Meskenlerde kitap, dergi, gazete yoktu. Yani bu ürünler “ilgi alanının” dışındaydı.
Türkiye’de 22 milyon civarında aile var. Bunların 100 bininde bile 1000 kitaplık bir raf (kitaplık) mevcut değil. Arabaya, yazlığa, telefona, televizyona, mobilyaya binlerce lira döken insanlar için kitabın bir kıymet-i harbiyesi yok.
Bilimden, kültürden, sanattan, felsefeden, edebiyattan uzak oluğumuz için toplumun yüzde 90’ı sadece 300 kelimeyle konuşan yapıya evrildi…
Ana-babalar evlatlarının yüksek gelirli mesleklere sahip olması için didiniyor. Lakin kendileri önlerine bilimi koymadığı için çocukları da vasıfsız taşra üniversitelerini okuyup ancak asgari ücretli basit işler bulabiliyorlar.
Ülkemizdeki üniversitelerde 8 milyondan fazla öğrenci okuyor. Almanya’da ise 2 milyona yakın kişi yüksek öğrenim görmekte. Öğrencimiz çok ama nitelik yok. Mühendislik, üretim, tasarım ile ilgili bölümler dünyadan kopuk. Zira çok az ücret ile çalışmaya zorlanan nitelikli akademisyenler başka ülkelere gidiyorlar.
Yakından tanıdığım bir bilgisayar mühendisi son 3 yıl içinde İsviçre’de, hekim İsveç’te, akademisyen ise ABD’de iş bulup bu topraklardan ayrıldılar. Halen burada kazandıklarının 10 katı ile çalışıyorlar…
Kitaplardan uzak toplumlar fakir kalmaya devam edecektir…
Karınca
Küçük bir karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı… Çok çalışır, çok üretirdi. Bunları keyif içinde yapardı.
Patronu aslan, karıncanın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı…
Bir gün kârı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi… Eğer karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa kim bilir neler yapardı?
Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü hamam böceğini işe aldı… Hamam böceği işe öncelikle bir “saat” alarak başladı… Böylece karıncanın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti… İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti… Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı… Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için örümceği işe aldı…
Aslan, gelişmelerden çok memnundu… Hamam böceğinin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı… Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi… Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti…
Hamam böceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu… Artık artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti…
Bu işleri idare etmek için sineği işe aldı…
Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı… Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiriyordu… Aslan, karıncanın bölümünün giderek büyümesinden memnundu… Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü… Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü ağustos böceğini işe aldı…
Kendi rahatına ve keyfine düşkün ağustos böceğinin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu… Tabii ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı… Bunun üzerine eski iş yerindeki yardımcısını işe aldı…
Karıncanın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekâna dönüşmüştü…
Ağustos böceği, patronu aslanı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti…
Bunun üzerine, karıncanın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü fark etti…
Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir danışman olan baykuşu sorunu çözmesi için işe aldı… Baykuş, karıncanın departmanında 3 ay geçirdi… Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı…
Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı…”
Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi… Aşırı istihdamı yok etmek için birilerini işten atmak zorundaydı… Kimi atsın kimi atsın derken, yeni durumdan en mutsuz olan ve tavırları gittikçe olumsuz hale dönüşen “karıncaya” gözü takıldı… Karınca diğerlerine göre, en mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş kişi olarak gözüküyordu… Aslan kararını verdi: “Karıncayı işten çıkartacaktı…”
Karıncanın üretimini artırmak üzere kurulan, sistem karıncanın işten atılmasıyla sonuçlanmıştı…
Kuyu
Çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken hayvan kuyuda avaz avaz anırır. Sonunda adam hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeğini çıkartmaya değmeyeceğine karar verir.
Komşularını yardıma çağırır. Her biri eline kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlar. Eşek ne olduğunu fark edince önce daha şiddetli anırmaya başlar. Sonra aniden sesini keser.
Bir süre daha toprak daha atıldıktan sonra çiftçi kuyuya bakar ve gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmak için basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek kuyunun kenarından dışarı çıkar.
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır. Her türlü pislik üzerinize yağacaktır. Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
Tolstoy’un Bisikleti
Tolstoy 67 yaşındayken 7 yaşındaki oğlu Vanichka’yı kaybeder. Yaşadığı derin üzüntüden çıkmasına yardımcı olması için Moskova Bisikletseverler Derneği yazara bir bisiklet hediye eder.
Tolstoy, ölen evladının acısı ve 67 yaşı bir yana, kendini bu işe verir ve günlük işlerini bitirir bitirmez köylülerin şaşkın bakışları altında her sabah evinin çevresinde bisiklet sürer.
1895 yılının Rusya’sında, bembeyaz uzun sakalıyla Tolstoy’un iki teker üzerinde dengesini bulmaya çalışması, tek kelimeyle şaşırtıcıdır…
Yaşına başına bakmadan giriştiği işi eleştirenlere karşı Tolstoy’un şöyle dediği rivayet olunur: “Öyle sanıyorum ki neşemi, tasasızlığımı paylaşmak benim hakkımdır. Bir çocuk gibi kendinden memnun olmanın yanlış bir tarafı olamaz.”
“Bu yaştan sonra olur mu” falan demeden yeni öğrenmeler yoluyla insanın kendini bulmasına, fark etmesine ve hatta çocuk gibi mutlu olmasına engel yok demek ki…
Henry Ford şöyle demiştir: “Öğrenmeyi bırakan, yirmisinde de sekseninde de yaşlıdır. Öğrenmeye devam eden genç kalır. Beyni genç tutmak en büyük meziyettir.”
Ali Özdemir
(Eğitimci/Yazar)