1970’li yıllarda köyümüzün çamurlu sokaklarında bilye, çelik-çomak, saklambaç, yakan top, körebe ve kızak ile oyalandık.
Ayaklarımızda kara lastik, koyun yününden kalın çorap, zor eskiyen kalın pantolon, el örgüsü kazak temel giysilerimiz idi.
En çok yediğimiz gıdalar soğan, patates, bulgur, kabak, ıspanak, peynir, pırasa, lahana, mantar, hoşaf ve ekmek idi. Sofradan hep yarım doymuş olarak kalktık.
Arada bir, etli pirinç pilavı dağıtılan mevlitler olurdu. Bu yiyecekten alabilmek için saatlerce sıra beklerdik.
Köyümüzde bakkal, kahvehane gibi şeyler mevcut değildi. Elektrik henüz mevcut olmadığı için cızırtılı çalışan pilli radyomuzdan başka bir şey de yoktu. Ninem (ebem) radyoyu uzun süre açık tutmamıza bile müsaade etmezdi. Zira pil bitebilirdi…
Öğretmenlerimiz bizim ana-babamızdan daha ileride insanlardı. Her şeyi onlardan öğrendik. Onlar bizim rol modellerimizdi.
Akşamları fersiz gaz lambası eşliğinde, saman kağıtlı defterlerimize yazarak ders çalıştık. Ödevleri araştırabileceğimiz kütüphane, kitaplık, etüt merkezi vb. hiç yoktu.
Öğretmenin verdiği ödevi yapmadan sınıfa gidebilmek, okuldan kaçabilmek, derste haytalık edebilmek söz konusu bile değildi. En ufak bir kusurda kalın sopalarla, cetvellerle, Osmanlı tokatlarıyla dolu dayaklar yerdik. Bazı arkadaşlarımız stresten altına bile kaçırırdı. Hiçbirimiz öğretmenlerimize gık bile demezdik.
İlk, ortaokul, lise ve üniversiteye her gün 3-6 km yürüyerek gidebildik. Özel servisimiz, otobüse binecek yeterli paramız da hiç olmadı.
0-18 yaş arası hayat diliminde hiç eşofmanım, spor ayakkabım, montum, kabanım, bisikletim, iskarpinim, okul çantam, gösterişli gömleğim olmadı.
30-40 sene önce şimdiki imkanların yüzde 90’ı bile yoktu. Bu zor şartlara rağmen ayakta kalabildik. İş-güç, diploma sahibi de olabildik…
Bunları niçin yazıyorum? Bunu tüm boyutlarıyla açıklayamam. Başım ağrır. Taş atarlar. Öküz altında buzağı ararlar. “Yalakalık yapıyor” bile derler.
2021 yılı itibariyle dünya üzerindeki 200 civarı her ülkenin az ya da çok sorunu, derdi, problemi vardır. Dertsiz ülke yoktur. Bizim ülkemizin de meseleleri vardır. Bunların çözümü için başkalarından çalışma yapmasını beklemeden önce kendimize bir ayna tutup bakmamız gerekir.
Şatafat içinde yaşayarak, günde 10-12 saat uyuyarak, 4-5 saat TV izleyerek, sosyal medya adı verilen çöplüklerde vakit harcayarak, moda adı verilen saçmalığın kuyruğuna takılarak, kütüphanenin kapısını bile bilmeden ömür tüketerek, ter dökmeden zengin olma hayaliyle bir yere varamayız.
Dünyanın en lüks ürünlerini satın alma yarışında ilk 20 ülke arasındayız. Yılın yarısını tatil ile geçiriyoruz. Sonra da bu ülke neden fakir diye söyleniyoruz.
Sözü fazla uzattım. tinkercad adlı tamamen ücretsiz, bilim, fen, teknoloji, kod, yazılım dolu bir eğitim sitesi var. 5-20 yaş arası çocuklarınızın 21. yüzyılda söz sahibi olmasını istiyorsanız mutlaka bu siteye üye olmasını isteyiniz.
Dijital çağ adı verilen bu asırda her aygıt, taşıt, robot kodlarla yani yazılımlarla işleyecektir. Gelişmiş ülkelerde her öğrenci mutlaka bir yazılım dili öğrenmek zorundadır. Ziraat, beslenme, makine okuyanlar da buna dahildir. İngiltere 7. sınıfa gelmiş her öğrenciye ücretsiz olarak 1 adet micro:bit adlı yazılım geliştirme kartını vermektedir.
Bunlardan başka bir şey yazmama hacet yok sanırım. Meramım anlaşılmıştır diye ümit ediyorum. Kod, kodlama, yazılım, aplikasyon (uygulama) bilmeyen çocuklarımızla fakirliğe geçişimiz kolaylaşacaktır.
Ali Özdemir
(Eğitimci/Yazar)